Ender KÜÇÜK

Ender KÜÇÜK

Mail: [email protected]

K. MARAŞ'TA EĞİTİME ADANMIŞ BİR ÖMÜR: HAMDİ DERELİ

Daha 11 yaşandı başlamıştı benim gurbetliğim.

Ve ben 11 yaşından sonra...

Hiçbir sonbaharı,

hiçbir kışı,

Ve hiçbir ilkbaharı annemin, babamın yanında geçirmedim.

Annesizlik zordu, babasızlığa sonradan alıştım. Boyumdan büyük ranzaya her tırmanışım, köyümün karlı tepelerinde yürümek gibi olmuyordu. Geceleri ne zaman ışık sönse, ağlardım. Ağlardım, şimdi olduğu gibi, “son gibiyi “yazdığım vakitteki gibi… Hani anne kokusu derler ya, ben o kokunun ne olduğunu en iyi bilenlerdenim. Çaresizlik mi desem ya da başka bir yaşantı mı? Beni gurbetin içine asker yaptı…

Beyaz gömleğim olurdu… Daha sonra hafif kirlenir, daha sonra kremsi bir renk alırdı, kravatımın üzerinde her türlü yemek lekelerini bulmak güç değildi.

Biz pansiyon öğrencileri duvarın kenarından 

kimselere görünmeden okula gider, gelirdik. Bir kız arkadaş soru sorsa, utancımızdan yerin dibine girerdik çünkü bizim gömleklerimiz beyaz değildi

Tarağımız olmadı örneğin, ya da markalı kot pantolonumuz… Şimdilerde ünlü sanatçılara organizatörlük yapan ranza dostum Erdal ile adsız mağazanın 

markasız kot pantolonuna bakarak kurduğumuz hayaller, ikimizi hummalı bir yarışmaya sokmuştu. Bayramda harçlıkları biriktirip, ortak kot pantolon alma düşüncemiz hüsrana dönüşmüştü, çünkü o pantolon, bayram sonrası satılmıştı. Bozhüyüklü Reşit’ in öksüz kalışını, Hasan ‘ın mazlum duruşunu, Sakallı kardeşleri, Paşa Aydoğan’ ı, Selim kardeşimi, otçuyu, Bozkurt abileri hiç unutamadım.

281385_104072899690481_4026279_n.jpg

Bizim pansiyon Maraş’ın en görkemli mahallesindeydi, sanki bütün apartmanlar çiçek, 

içinde yaşayan çocuklar ise menekşe…

Bizler fazlalık gibi dururduk o mahalleye,

Tek tip giyinirdik acemi askerler gibi, pantolonumuzun kemer kuşağında dolap anahtarı şıngır şıngır sallanır dururdu. Maraş lisesinin futbol sahasında oturup ta her gün batımında sırtımızı güneşe çevirip, karşı apartmanların pencerelerine baktığımız zaman güneşin son ışıkları, pencerelerden kızıl bir yansıma saçardı. Bana sıcak bir yuvanın tanımı yap deseler, tutar o hayalimin resmini çizerdim.

Her yemek vakti zil çalar, toplanırdık, sonra zil çalar yatardık ve zil çalar kalkardık. O ses hayatımızın en üst noktasında, kişiliğimizin merkezinde durdu. Beni o kadar derinden etkilemiş olacak ki hangi evde oturursam oturayım, ilk işim evin zilini sökmek oluyor. Kendimi Pawlow deneyinde gibi hissediyordum. O zil sesi bizi öylesine şartlandırdı ki her şeye koşulsuz bağlanmaya başladık…

Aynı o deneyde ki malum canlı gibi sevmelerimiz hırçın, sevmelerimiz sadık olmuştu… Bizler için karşımızdaki insanın az  veya çok gülümsemesinin bir önemi yoktu, azlık- çokluğun ne önemi vardı ki sanki. Önemli olan zilin çalmasıydı. Önemli olan karşıdaki insana sonsuz bir bağ ile bağlanmaktı.

Buraya kadar olan yazım küçük yaşlarda edindiğimiz duygusal sapmalar. Bundan sonra yazacaklarım ise Türkiye’nin her yerine dağılmış, başarı hikâyelerini anlatıyor

Bizim babamız Hamdi Dereli idi. O her şeyini bize adamış, geceleri bile yatakhaneleri dolanarak üstü açılmış öğrencilerin üzerini örtecek kadar merhamet zengini bir adamdı.

Aynı zamanda iyi bir koruyucuydu. Trabzon caddesinde gezerken bile Hamdi Hoca bizi görür endişesini hep canlı tutardık..1994 yılında K.Maraş ‘ın en işlek caddesinde kiralık bir dükkanın camları üzerine yazılmış “Mustafa fazla gezme, Hamdi bilir” yazısı hala hatırımızdadır, yazının kahramanı Mustafa’ydık her birimiz. Hiç unutmuyorum çok yağlı et getiren kasabı ayakkabısını çıkartarak tartaklaması ise hepimizin gözünde babalığın bir iz düşümü gibiydi. Sahiplenme duygusunu her ortamda tadan bizler, sadece çalışıp, sınıfımızın birincisi nasıl olunur onun gayreti içerisindeydik. Hamdi Baba’nın çocukları Gökşen ve Betül bizim kardeşlerimiz, eşi ise yengemiz olmuştu. Kara Lise’nin şimdilerde kız yurdu olması, biz eski öğrencileri çok üzmüştür. Pansiyon; o dönemde eğitim öğretim faaliyetlerinin merkezi olmuş, her yıl düzenli olarak çeşitli fakültelere öğrenci göndermiştir. Hamdi Hoca’dan öğrendiğimiz bir lider nasıl olur sorusunun cevaplarıydık her birimiz. Keşke Türkiye pansiyon olsa başında da Hamdi Dereli Bey olsa dediğimiz çok olmuştur.

Hiç unutmuyorum ilk orucumuzu tutuyoruz. Sekiz arkadaşız. İçimizden biri dedi ki:

Ben Hamdi Hoca ile görüşeceğim ve akşam yemeğini Sizin lokantasında yiyeceğiz, bak göreceksiniz diye ortaya bir fikir atması hepimizi sevince boğmuştu. Ve Erdal ilk organizatörlüğünü bize yapmış, pansiyon tarihinde ilk kez iftar yemeğini dışarıda yemiştik.

Yine Selim IŞIK kardeşimin elektrik ısıtıcında çay yapıp, yanında Maraş çöreğini yemek bir başkaydı.

Sakallı kardeşlerin küçüğü olan Ahmet ‘in çorba içmek için girdiği lokantanın sahibiyle yaptığı diyalog unutulmazdı. Şimdilerde Osmaniye Cumhuriyet Savcısı olan Hasan Dal’ın mahalle muhtarımız sporsan amca ile top şişirmek için harcadığı çaba hiç akıldan çıkmıyor.

Kardiyoloji Uzmanı Nuri KÜPELİKILIÇ, Nükleer Tıp Uzmanı Mehmet KARARMAZ, Van Cumhuriyet Savcısı Mustafa Gökhan YUMRUTAŞ, Sultandağı Kaymakamı Emin GÜNGÖR, Hâkim Nizamettin İMAMOĞLU, Avukat Sinan AVŞAR, Gazi Üniversitesi öğretim üyeleri Mahmut ÇİTİL ve Adem CEREN, niceleri…

İsimlerini paylaşamadıklarımız sakın gönül koymasın bizlere.

Ve yazımın sonunda şunu belirtmek istiyorum

Eğer ben şair olmuşsam, pansiyonda kaldığım için olmuşumdur,

Eğer ben yazabiliyorsam hala, orada edindiğim adamlığı yaşadığım için yazabiliyorumdur

Eğer ben bugün o pansiyonun önünden geçerken heyecanlanıyorsam, yaşadıklarımı unutmadığım içindir

Eğer ben bugün bunu yazmışsam, bir zil sesi duyduğum içindir

İyi ki varsınız arkadaşlar…

İyi ki yanımızda oldun Hamdi DERELİ.

Ana Sayfa
Web TV
Foto Galeri
Yazarlar